Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’de (Osmanlı Devleti) Nizâm-ı Âlem ve Din ü Devlet’in Bekâsı ile i’lâ-yi kelimetullâh (İslâm’ın muhafazası ve yayılması suretiyle yüceltilmesi) devletin önemli varlık sebebi ve gayesi olarak görülmüş ve bunun Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebine riayetle gerçekleşeceği kabul edilmiştir. Osmanlı’nın Şah İsmail ile birlikte İran’a karşı verdiği büyük mücadelede ve Nadir Şah’ın Caferîliğin beşinci mezhep olarak tanınma isteğinin reddedilmesinde bu mezhep anlayışını büyük payı olmuştur. Osmanlı’nın itikadî mezhep temelindeki Ehl-i sünnet (Mâtürîdî) hassasiyeti, fıkhî mezheplerde de geçerli olmuş ve devlet, Ehl-i sünnet tarafından tabi olunması meşru kabul edilen Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerini geçerli kabul etmiştir. Bu çerçevede söz konusu mezhep mensuplarının ibadetlerini rahat bir şekilde yapacakları ortam ve imkânları sağlamaya çalışmıştır. Bununla birlikte ülke genelinde hukuk ve hüküm birliğinin sağlanması için muâmelât, aile, idare ve ceza hukuku gibi alanlarda tatbik edilen hükümler, genel manada Hanefî mezhebi ekseninde olmuştur.
Osmanlı’da Sünnî (Mâtürîdî)/Hanefî anlayışıyla beraber tarikat merkezli İslâmî bir hayat hâkim olduğundan tarikat ve şeyhler önemli vazifeler icra etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin son devrinde ülkede en çok tekkeye sahip Nakşibendiyye ve sonra da Kâdiriyye tarikatı olduğundan bu kitapta onlarla ilgili daha geniş bilgiler yer almıştır.